Dinler tarih boyunca diktatör tarzı yönetici şahıslarca manipülasyon tekniği olarak kullanılmıştır , örneğin skolastik düşüncenin hakim olduğu rönesans döneminde rahipler halka cennetten arsa sattıklarını söylüyorlardı , bu söylenenlerin gerçek olmadığı elbet anlaşıldı ve kabul edildi ama anlaşılana kadar rahipler insanlara hayal sattılar ve para kazandırdılar , bu bir nevi sömürü. Başka bir örnek vermek gerekirse sefalet içindeki halkın galeyana gelmeyip isyan çıkarmamasının ana sebebi din korkusudur , baştakiler cahil kesimden oluşan ve korkunun esiri olmuş halkı "  Bu hayat sınav sabredin , öldükten sonra mutluluğa ve zenginliğe kavuşacaksınız " diyerek susturdular , özellikle fakir ve dindar ülkelerde bu durum yaşanır , din denen kavram siyasetcilerin oyuncağı , dindarların umudu , aydın kesimin inanmadığı bir kavramdır.   

     

    İnançsızların intihar etme ve varoluş sancısı çekmesi dindarlara kıyasla daha muhtemeldir , sığınabilecek bir tanrı figürasyonu olmadığından ötürü sahipsizdirler ama bu sahipsizlik durumu onları endişelendirmez , çünkü ceza alma korkusundan da muaftır bu kişiler , belki de sırf inanmamalarından ötürü ebedi işkenceye maruz kalma olayı onlara akıldışı geliyordur , görmeden iman etmez bu kişiler , yalancı şahitliğin lüzumu yoktur onlara göre , hakikata erişmek hedeftir , korkunun esiri de olmadıkları için limitsiz araştırı ve düşsel olguları vardır , septisist yaklaşımlarıyla gerçeği kavrarlar , ama bir yandan inançlı kimselerde daima bir limit vardır , inandıkları tanrı figürü onlara hep bir sınır çizmiştir , onlar bu yüzden sınırlı düşünürler ve sınırlı hareket ederler. Bu sınır ortadan kalkmadıkça farkındalık kazanamazlar , dinlerinden çıkmaktan korkarlar ve sorgulamaya bile çekinirler , ikna olmaz birer bağnaz kimselere dönüşürler . Çok emindirler hak dinin inandıkları dinle örtüştüğüne , çok emindirler ölümden sonra mesut olacaklarına , çok emindirler ahirette tüm haksızlıkların son bulacağına , bu emin olmalarının sebebi de korkudur esasında , korku ehemmiyeti beraberinde getirmiştir , her korkak kendi tanrısına sığınır ve ondan medet umar , bağışlanma diler.

 

    Kutsal kitapları objektif şekide incelediğimiz vakit görürüz ki tanrı figürasyonunun sözlerinde öfke , sitem , tehdit gibi insana özgü unsurlar yer alır , bazı tanrı kelamlarında tanrı insanlığa öfke haykırır ve ya sitem eder. Her kelamı kendi lehine yorumlayan din sorumluları bu insansı söylemlerin bir tanrı kelamı olamayacağını kabullenemez ve tefsir adı altında kendi açıklama ve ayet savunmalarını yazarlar ve ayetlerle ilgili arafta kalanlara tefsirleriyle savunma yaparlar. Lakin koyu din eleştirmenleri ve inançsız kesimden olanlar bu savunmalara minnet eylemez ve araştırmalarına devam ederler , devam ettikçe daha fazla çelişki ya da mantıksız kelamlara rastlarlar. Tüm dinlerin mantığında " mantıksızlık " yatar ve mantık arayışının olmayışı her tanrı kelamına ve din adamlarının söylemlerine şüphesiz iman etmeyi beraberinde getirir. Mantık temelinin olmayışı dinleri tutarsız hale getirir ve insanları sorgulamaktan uzak tutar , bir nevi insanları uyuşturur bu dinler. Evrenin sırlarının yazılı olduğunu zannedersinizdir belki de , lakin Kuran-ı Kerim , İncil , Tevrat ve Zebur'da evrenin sırlarına dair basit düzeyde ve kesin dayanakları olmayan ifadelere yer verilir. Bir kaç örnek vermek gerekirse Kuran-ı Kerimin şu ayetlerinde insan populasyonun varoluşuna atıfta bulunulmuştur ;

 

 Gerçekten biz insanı pişmemiş kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.                             (Hicr suresi 26. ayet)

 Ey insanlar! Biz sizi değersiz bir sudan yaratmadık mı?                                                                               (Mürselat suresi 20. ayet)

 Sizi topraktan yarattık, yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi diriltip oradan çıkaracağız. (Ta-Ha suresi 55. ayet)

Allah sizi önce topraktan, sonra bir damla sudan yarattı, sonra da çiftler haline getirdi. Hiçbir dişi O’nun bilgisi dışında ne hamile kalır, ne de doğurur.                                                                                                                                                      (Fâtır suresi 11. ayet).

 

    Bu örneklerden yola çıkarsak anlıyoruz ki su , toprak , çamur . balçık ve meni kavramları yaratılışın ana temasını oluşturuyor. Meniden oluşma biyolojik olarak gayet mantıklı , suya gelirsek insan vücudu su ağırlıklı ama çamur ve topraktan gelme bilim dışıdır. Yüksek ihtimal bitki populasyonu toprakta hayat bulduğu için Kuran'da toprağın önemi vurgulanır , doğa hayattır neticede. Ama bu anlatılar çok sığ kalmaktadır ve varoluşun sırlarını açıklar düzeyde etkili ayetler değildir. Zaten her insan anası ve babasının birleşip bir meniden varolduğunu bilir peki bu embriyoya yaşam formunu ,hayat ışığı nasıl verildi , bu konu üzerine doyurucu ve yeterli düzeyde açıklamalar bulunmaz kutsal kitapta , evrene dair de aynı şekilde klişe ve olağan dışı olmayan açıklamalara yer verilir. 

 

    Bir de insanlarda illaki inanma ihtiyacı olduğu görüşünü savunanlar var , bu kısmen doğru , insan çaresizliğe dayanamaz ve bir kurtarıcı , bir çıkar yol arar , ister , inananların kurtarıcısı tanrıları , inanmayanların kurtarıcıları kendileridir , sığınacak bir tanrı kavramına gerek duymazlar hayatta her insanın bir başına olduğunu bilirler , tanrılar bizle olsaydı bunca acı olay yaşanıyor dünyada , tanrılar neden göz yumdu peki bu yaşananlara ? Sınav ve sınama olduğundan değil olmadıklarından dolayı engel olamadılar bunca can yakıcı olaya (Hindistandaki büyük tsunami , büyük Şili depremi , süregelen savaşlar ve ölen siviller , Çernobil faciası ve dahası...) Bunlar hep insanın etme bulması onlara göre , insanlar yoldan çıktı azıttılar , tanrı da onlara uyarı niteliğinde zelzele , sallantı , sel gibi afetlerle gözlerini korkutuyor değil mi , oysaki drekt çıkıp dese ki ; " Ey kullarım , siz ziyandasınız ve yoldan çıkıyorsunuz " , ne gerek var afete uyarıya , afetlerin olma nedeni tanrıdan uyarı değil insanların doğanın dengesini bozmasından kaynaklıdır. Ekosisteme zarar verdiğimiz için doğa bize ceza kesiyor bi nevi , belki de hepimizin aradığı tanrı doğanın ta kendisidir , bunu da düşünmeli. İnanç konusunda hep septisist yaklaşırsanız göreceksiniz ki her dinin mantığı aynıdır , yani mantık yoktur , ister semavi olsun ister Antik Mısırın çoklu tanrı inancı olsun hep bir insanın tasarlamalarıyla ortaya çıkmıştır , dinlerin insanlar tarafından destanlaşmış ve dilden dile aktarılmış hikayeler olduğu çok açıktır. Masal kitaplarından fırlamış gibi duran bu mucizelere müslüman kişiler görmeden iman ettik derler mesela , kutsal kitapta hata olamaz sonuçta , görmeden nasıl iman eder bir insan , görmeden iman etmek demek bir suçlunun arkasında durup " hayır ben şahidim bu kişi suçlu değil " demekle , yani yalancı şahitlik yapmakla aynıdır. Yalancı şahitlik yapmayan kimseleri azap beklemektedir , bu gibi tehdit unsurları kutsal kitapta bolca bulunur , bir kaç örnek vermek gerekirse ;

 

 Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilaf edip ayrılığa düşenler gibi olmayın. Bunlar için büyük bir azap vardır.

( Âl-i İmran suresi 105. ayet)

 

    Bakın mesela bu ayette apaçık deliller gelen kimseler 7.yüzyılın Arabistan toplumu , biz 21. yüzyılın Türk toplumuyuz , bize delil falan gelmedi , gerçekliği şahibeli bir kitaba şüphesiz inanmamız bekleniyor , eğer inanmak işimize gelmez ise bizlere azap varmış , burada bizleri körü körüne inanmaya zorlayıp tehdit ediyor mesela , apaçık delile rastlamadık hiçbirimiz , neye göre doğru bu ?

 

 Kâfirler sanmasın ki, kendilerine mühlet veriyor oluşumuz onlar için hayırdır. Ancak günahları artsın diye onlara mühlet veririz. Onlara alçaltıcı bir azap vardır.

(Âl-i İmran suresi 178.ayet )

 

    Zaten kafirseniz istediğiniz kadar iyi insan olun tanrının umrunda değil , yanacaksınız , bunda hemfikiriz. Dahasına gelirsek ayetlerdeki bu tehdit unsurlarının olma amcı insanlara korkuyu aşılamaktır , onları korkunun etkisi altına alarak dogmalara daha duyarlı hale getirmektir , bu sayede dogmatik beyinler yaratacak ve kendi kurallarını dogma beyinlere empoze edebileceklerdir. Dinlerin temelinde mantık değil korku yatar , korkutulmaz ise insanlar inanmazlar zaten bu mantıksız şeylere , hep korkarlar çekinmeye , varoluşun gizemini dinlere bağlamaktansa hiç çözememek daha iyidir.

 

  Şüphesiz ki, ayetlerimiz hakkında küfre sapanları ateşe sokacağız. (Ateş, onların) derilerini yakıp kavurdukça, azabı tatsınlar diye (yeni) bir deriyle değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.(Nisâ suresi 56.ayet)

 

    Gerçekten yaratıcı bir işkence tekniği , sıkıyorsa inkar et dercesine , inanmayanlara tehdit var , yakmakla tehdit ediliyorlar , peki hiç merak ettiniz mi neden ateşle tehdit ediliyoruz , cehennem neden alev dolu bir işkence mekanı (zemheri denen buz gibi yerler de varmış gerçi ama neyse) , bunun sebebi gayet açık , en acı ölüm şekli deyince bile aklımıza yanmak gelir , bir çoğumuzun en azından , yanmak reel hayatta bile acı verici bir olay , bir de Arabistan sıcak , çorak ve çöl , arap ahalisi sıcağa pek bir öfkeli , e birde yanmak acı verci bir olay bunu da biliyoruz , bu iki etmen birleşiyor ve asmak - kesmek değil de yakılmakla tehdit ediliyoruz.

    

    Tehditleri bir yana bırakalım , kutsal kitaplarda yazanlar basit düzeydedir ve mucizevi şeylere yer verilmiş , eski hikayeleri tekrar eder dururlar , mucizeler dünya çapında kayıt altına alınmazlar , bir toplum yazar , dünyanın öbür ucundaki insan buna şahit olmaz , mesela ay yarılması , Arap Yarımadası haricinde ayın yarıldığına dair bir yazılı kaynak yoktur. Ay kısa süreliğine yarılsa bile komşu ülkelerden bu vakayı gören olmalı ve şaşkınlığını dile getirmeliydi ama olmadı , ne tesadüftür ki ay yarılmasını araplar gördü. Ayetler bile yaşanmışlıkların üzerine geldi hep , Muhammet lehine olmayan bir olay yaşar ve sonra ayet gelirdi , olay yaşadığı insana gönderme yapar cinsten ayet inerdi , bu söylediğimi desteklercesine ayetler vardır kuranda ;

 

    "Ey iman edenler! Peygamberin evlerine vaktine bakmaksızın ve yemeğe izin verilmedikçe girmeyin. Fakat çağırıldığınız vakit girin. Yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Sohbet etmek için de izinsiz girmeyin. Çünkü bu haliniz Peygambere eziyet veriyor, ama o sizden utanıyor. Fakat Allah gerçeği söylemekten utanmaz. Hem O'nun hanımlarına bir ihtiyaç soracağınız vakit de perde arkasından sorun. Böyle yapmanız hem sizin kalbleriniz ve hem de onların kalbleri için daha temizdir. Hem sizin Resulullah'a eziyet etmeye hakkınız yoktur. Ondan sonra hanımlarını da ebediyyen nikâh edemezsiniz. Çünkü bu Allah katında çok büyük bir günahtır."

 

(Ahzap Suresi 53.ayet)

   

    Mesela bu ayet inmeden evvel Hz. Muhammed yersizce evine gelen misafirlerden yılmıştır ve ironik bir şekide Allahtan bu denli bir ayet almıştır , ayetin sonuna doğru güvencesiz arap erkeklerinden hanımlarını garantiye almak için ebediyyen nikah edemezsiniz diyerek kapanışı yapar , başka bir örnek vermek gerekirse ;

 

    " O kendiliğinden konuşmamaktadır ,onun konuşması ancak bildirilen bir vahiy iledir ( Necm Suresi 3-4)"

 

    Burada dönemin Mekke halkı kendini ispatlamaya çalışan son peygambere inanmayıp onun kendi kendine ayet düşünüp yazan , güya Allahla konuştuğuna ihtimal vermemektedirler , Muhammed ısrarla kendini kanıtlar nitelikte ayetler duyurur , buna benzer birkaç ayet şunlardır ;

 

 - Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. (Nisa suresi 79)

 - Biz seni başka değil, ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak bütün insanlara gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmek istemiyorlar. (Sebe suresi 28)

 - Muhammed, içinizden hiçbir erkeğin babası değildir. Fakat o Allah’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir. (Ahzap suresi 40)

 

   Anlatılacak daha nicesi var lakin din bozuntusunun gazabına uğrayan bireylere ne desen boş olur , işlerine geldikleri gibi dini o tarafa sürerler ve yeni yeni fetva verirler ileri geri , en büyük uyuşturucu olan din yozlaştırır insanları ve birbirlerine düşman ederler.

 

 

                                                                                              KADİR AYBAR 

 

                                                                                                 30.06.2024